Emanet anlayışına ters sözler
Malkoç, yazısında “Gemisini kurtaran kaptan.', 'Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!', 'Her koyun kendi bacağından asılır.' gibi...
Malkoç, yazısında “Gemisini kurtaran kaptan.”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”, ‘Her koyun kendi bacağından asılır.’ gibi sözlerin emanet duygusuna sahip birey ve topumlarda yerinin olmadığına işaret etti.
Yazının tamamı şöyle,
Emanet
Bizim inancımızda her varlık bir emanettir. Can, nesil, akıl, mal ve din hepsi emanet. Hatta kendimize ait olan ve olmayan her şey emanettir. Koca evren bize emanet. Emanet, sorumluluk demek… Duyarlı bir kalp taşımak demek…
Vicdan ve sorumluluk sahiplerinin bu emanetler karşısında vurdumduymaz olması, kayıtsız kalması, neme lazım fikrine kapılması bir tenâkuz/çelişkidir. Hele bir de “Gemisini kurtaran kaptan.”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”, ‘Her koyun kendi bacağından asılır.’ gibi sözlerin müminin dilinde ve hatta gönlünde yer etmesi, emanet bilincinin yitirilmesinin işaretleridir.
Vaktiyle Osmanlı Devleti’ni dünyanın en güçlü ve zengin devleti yapan Kânûnî, devletin sahip olduğu o gücüne rağmen bu gücün ve zenginliğin âkıbetini/sonunu düşünür ve “Bu devlet yıkılır mı?” diye merak eder.
Konuyu devrin meşhur bilgini, gönül insanı ve aynı zamanda sütkardeşi olan Yahya Efendi’ye bir mektupla sorar: “Sen ilme vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker?”
Yahya Efendi’nin mektuba verdiği cevap çok kısa olur: “Neme lazım Sultanım!”
Kânûnî, sualinin ciddiye alınmadığını düşünerek veya kısa cevabın maksadının ne olduğunu öğrenmek üzere Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider…
Yahya Efendi, meramını şöyle açıklar: “Sultanım! Bir devlette haksızlık yayılsa, işitenler de ‘Neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa ve taşlardan başkası işitmezse işte o zaman devletin sonu görünür…”
Kânûnî, gözyaşları içinde sütkardeşi Yahya Efendi’ye dua ederek oradan ayrılır.
Bireyin, ailenin, toplumun, kurumların, STK’ların ve tüm yapıların zevali, “neme lazım” ile kaçınılmazdır.
Başka bir örnek;
Abbasi Devleti Halifesi Harun Reşit zamanında Behlül Dânâ adında bir derviş yaşarmış. Behlül Dânâ, halkı doğruya yöneltmek için onlara bol bol nasihat edermiş. Bir gün onun sözlerinden rahatsız olan halk, onu Harun Reşit’e:
“Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi halimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır” diyerek şikâyet etmişler.
Bunun üzerine Harun Reşit, Behlül Dânâ’yı çağırtmış ve ona halkın şikâyetlerini ve sözlerini aktarmış.
Behlül Dânâ, hiç sesini çıkarmadan oradan ayrılarak evine gitmiş. Ardından evinde birkaç koyun keserek onları mahalle ortasında olan evinin bahçesindeki ağaçlara bir güzel asmış. Bunu gören halk, ilk başta onunla alay etmiş.
Zaman geçtikçe asılan hayvanlar çürümeye, mahalleye koku ve sinekler yayılmaya başlamış. Halk, soluğu Harun Reşit’in huzurunda almış.
Behlül Dânâ’yı çağıran Harun Reşit, “Behlül Dânâ, bu ne haldir?” diye sorduğunda:
Behlül Dânâ: “Ben bir şey yapmadım. Onlar değil miydi her koyunun kendi bacağından asıldığını söyleyenler? Ben de onlara kendi bacağından asılmış koyunları gösterdim. Kendi bacağından asılmış koyunların onlara ne zararı var?” der.
Evet, gücümüzün, imkânımızın ve sözümüzün tesirince emanete ve varlığa karşı duyarlı olmak, var olmanın bir gereği… Aksi bir tutumun neticeleri, sahibi başta olmak üzere er geç her varlığa ulaşıyor…