Turgay Kılıç

Yaşamımızda görmek isteyip göremediğimiz…

featured
FOTO: Gül Ateş
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Sokağa ilk adımınızı attığınızda neleri görmek istersiniz? Temiz olmasını mı? Hiç tanımadığınız birinin size “Merhabalar. Nasılsınız?” demesini mi? Bir süre yürüdükten sonra bir sokak hayvanını severken onun fiziki ve ruhsal açıdan iyi olmasını mı? Tabii önünde de hazır bekletilen yemek kabının olmasını da isterdiniz.

Birkaç adım daha attınız, saatlerce yürüdünüz ve durağa geldiniz. Otobüs veya tren durağı olmalı bu. Durağın temiz olmasını, sağlam olmasını dilediniz. Sizin gibi bekleyen onlarca insanın saygı çerçevesince beklediğini gördünüz, size ve birbirlerine nazik ses tonuyla, alçak ses tonuyla konuşmalarını duymak isterdiniz.

Otobüs/tren durdu, içeri girmeden önce birilerinin inmesini beklersiniz değil mi? İnerler ve sizler de sıranız gelince sakince binersiniz, kimsenin sizi alt etmesine izin vermezsiniz, ezmesine ve itmesine de…

Sakince gidip boş bir yere oturursunuz, tabii ki birileri de size yer verir, sıkışarak. Kimsenin yerini vermesini de beklemezsiniz. Kabaca olur. Onlar da aynı parayı veriyordur, yolculuğa başlarken…

Nitekim sadece hamilelere ve de ayakta durmakta güçlük çekenlere yer verilmesini dilersiniz.

Sakin ve keyifli bir yolculuk yapmayı beklersiniz. Kimsenin telefonunda yüksek sesle konuşmasını beklemezsiniz meselâ… Bağırış, çağırış içinde bir diyaloga da rastlamadan… O kadar keyifli bir yolculuk! Kısa da olsa…

Araçtan indiniz, şöyle bir yerlere gitmek istediniz. Bir şeyler yemek, içmek ve kendinizi iyi hissetmek istediniz. Bunu herkes ister. Ki bu herkesin hakkı. Bir hayvan dahil böylesi duyguları hissetme hakkına sahiptir!

Bir başınıza bir yerde oturup keyiflenmek, bir şeyler içerken bir şeyler okumak gibi… Kimsenin sizi rahatsız etmesini, çevrede yüksek seslerin olmasını istemezsiniz… Beklemezsiniz. Çünkü herkesin birbirine saygılı olmasını diler, sakin olmasını beklersiniz.

Güzel ve keyifli saatlerinizi dışarıda geçirdiniz. Yürüdünüz. Amaçsız, anlamsız tavırlı insanlara rastlamayı da beklemezsiniz… Henüz genç olup amaçsız yaşadıklarını gördüğünüz kimse yoktur. Rahatsız edici müzikler, yüksek sesli şarkılar dinleyerek geçen araçlar yoktur sizi rahatsız eden. Herkes kendi aracında, dinleyebildiği kadar dinler, sakince dinler…

Deniz kenarına inersiniz, deniz havası deriz buna… Her ne kadar burnumuza yosun kokusu gelse de… Tabii bazıları denizin kötü koktuğunu belirtiyor; o kokuyu da alabilirsiniz. Ben almadım, aldığım zamanlar da oldu.

Yosunu kokladınız, denizi izlediniz… Deniz tertemiz, berrak ve sakin… Diğer kişiler de evcil kedi ve köpeğiyle, çocuklarıyla denizin keyfini çıkarıyor ve o keyif, neşe yüzlerine vuruyor. Bunu görmeyi ve sizi de aynı şekilde mutlu ettiğini görebiliyorsunuz. Temenniniz bu!

Dönüşe başladınız. Ama öncelikle yemek yemek istediniz! Girdiğiniz önceki bir kafede içtiklerinizi düşünmediniz bile. Kaç para gitmiş hesabı sizi hiç rahatsız etmemiştir. Acıktınız, bu huzur, keyif, neşe sizi çok iyi ettiğinden; mideniz kazınmıştır.

Attınız kendinizi en güvenilir bir lokantaya, restorana… Siparişini vermeden önce menüyü istediniz. Garson gayet nazikçe “Tabii ki” dedi ve getirdi.

Şöyle bir incelediniz. Fiyatlara bakmadınız bile… Çünkü gayet normal, makul... Aldığınız maaşla her gün bu yemekleri yemeyi arzuladınız, arzularsınız… Nitekim alım ve giderlerin büyük bir dengesi vardır. Bu da sizi gayet rahat hissettiriyor.

Yemeğinizi de yanındaki içeceğinizi de içip, karnı doymuş, ruhu doymuş bir birey olarak ayrıldınız yerinizde.

E bu güzel gezinin yanında kahve iyi gitmez mi? Hem de en sevdiğiniz kitabınızın yanında kahvenin keyfi şahane olur.

Kahvesi en güzel ve taze olan bir yere gittiniz. Henüz içeri girmeden kahve kokusu sizi cezbetmiştir. Yolsa yürürken o tadı anımsadınız, kafeye girerken de kokuyu aldınız. Sonrasında ise kasadan kahve fiyatıyla bir kahve istediniz. Damak tadınıza uygun. Ben sade isterim. Yanında da şöyle kuş lokumu veya çikolata…

Kahvenizi aldınız, suyunuzu da… Kitabınızı da açtınız ve başladınız kahve kokusuyla kitabınızı okumaya.

O heyecan, huzur, keyif… Sanıyorum hiçbir yerde yoktur.

Saatlerce okudunuz, kahvenizi soğutsanız da keyfiniz yerindeydi.

Çıktınız. Eve gideceksiniz. Dönüş yolunda yine aynı geliş yolu gibi rahat, sakin, huzurlu olmasını istersiniz.

Akşam da eve geçip, harcadığınız paranın sizi rahatsız etmesini beklemezsiniz. Sizi tedirgin edecek bir kira, fatura, mutfak harcaması da yoktur. Olmasını dilemezsiniz. Bir gün de olsa bir başınıza dışarıda yemek istediniz!

Dışarıda kendi başınıza güzel ve keyifli bir gün geçirdiniz.

Tam uyuyacakken sizi rahatsız eden gürültü de olmaz… Hemen alt katta ses yapan, dışarıda motosiklet egzozu sesi, araçta yüksek sesle müzik dinleyerek geçecek kimse de yoktur. Yazın sıcağında pencereniz açık olsa da sinekler dışında sizi rahatsız eden ses, gürültü olmaz. Bunu istemez kimse!

Ve mışıl mışıl uyursunuz.

Uykunuzun 7-8 saati deliksiz geçer. Çünkü zihninizde sizi meşgul eden, rahatsız eden hiçbir şey yoktur. Sabahın 7’sinde uyansanız da güneşin güzelliği size yepyeni bir güzel ve huzurlu günün getirisini müjdeler… İşsizlik gibi, ekonomik borçlanma gibi, maaşın yetmezliği gibi, iş hayalinizin sekteye uğraması gibi, tedirginlik ve en önemlisi hayal kırıklığı gibi şeyler yaşamıyorsunuz çünkü. Rahatsınız, huzurlusunuz! İşini var, maaşını alım gücünüzün 4 katı! Keyfinizi istediğiniz parayla satın alabiliyorsunuz!

Evet, bunların hiçbirini yaşamıyorsanız; Türkiye’desiniz demektir! Geçmiş olsun! Bu hayat artık bir hayal ürünüdür. Çünkü eksik bile yazmış olabilirim. Varsa sizler de ekleyiniz…

Yaşamımızda görmek isteyip göremediğimiz…

Yorumlar kapalı.