
Begonvilin Sırrı
Ekrem Kıvanç
Bazı çiçekler yalnızca güzel görünmek için açmaz; onlar, yaşadıkları yerin ruhunu da taşır. Begonvil, tam da böyle bir çiçektir. Akdeniz’in sıcak sokaklarına, Ege’nin mavi pencerelerine dolan o muhteşem mor, pembe ve bazen beyaz dallarıyla, bir çiçekten çok daha fazlasıdır. O, doğanın en zarif dokunuşlarından biridir.
Begonvilin gerçek çiçekleri aslında küçücük, narin ve neredeyse fark edilmezdir. Etrafını saran o göz alıcı renkler ise brakte yapraklarıdır, yani doğanın çiçeğe sunduğu zarif bir hediyedir. Belki de begonvil, güzelliğin bazen ayrıntılarda saklı olduğunu hatırlatır bize. Görünenin ötesinde, fark edilmeyi bekleyen bir dünyası vardır.
Güneşi sever begonvil, sıcağa meydan okur. Ne sert rüzgârlar ne de kavurucu yaz günleri onu yıldırabilir. Toprağa tutunduğunda, uzar da uzar, bir duvarı ya da eski bir taş evi kucaklayan sarmaşık gibi… Belki de bu yüzden begonviller, yaşanmışlıkların en güzel tanıklarıdır. Eski bir evin duvarına yaslanmış bir begonvil görmek, o evde geçmişten kalan hikâyelerin hâlâ fısıldandığını hissettirir insana.
Begonvilin açtığı yerde neşeli bir hava eser. Sanki bulunduğu her köşeye hayatın sıcaklığını, doğanın cömertliğini taşır. Belki de insan ruhu da begonvil gibi olmalıdır; zorluklara karşı dayanıklı, zamana inat capcanlı…
Bir begonvilin altında oturup rüzgârın yapraklarına dokunuşunu izlediğinizde, hayatın akışına kapılırsınız. Çiçekler uçuşur, ışık yaprakların arasından süzülür ve her şey olması gerektiği gibidir. Çünkü begonvil bize en önemli sırrı fısıldar: “Yaşamak, kök salmak ve her şeye rağmen rengini koruyabilmektir.”