Sanatçı, toplumdaki ışığı alnında ilk hisseden, gönlünde duyan ve onu başkalarına da
duyurmaya çalışan insandır. Sanatçı, sanatıyla beynindeki yoğunluğu adeta kusar, içini
boşaltır. Özellikle sanatını insanlık için icra edenlerdir bu sanatçılar.
Mehmet Akif de kalemini milletin hizmetine vermiş bir sanatçımızdır. Şiirleri ve sözleri onun
milletin dertlerinden başka bir şey düşünmediğinin göstergesidir. Şehir şehir, ülke ülke, sokak
sokak, cami cami dolaşıp hep bu sevdasının sözcüsü olmuş, insanlara bu sevdasını aşılamaya çalışmıştır. Hayatı boyunca milletin acılarını görmekten, göstermekten yorgun düşen Akif
“Allah bir daha bu millete istiklal marşı yazdırmasın.” derken aslında ” Allah bir daha bu
millete böyle acı günler yaşatmasın” diyordu. Irkçılığın yaygınlaştığı kendisinin de bu yüzden
horlandığı yıllarda yazdığı şiirinde “Bunu benden duyun, ben ki evet Arnavut’um. Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum.” diyerek elden giden vatanı düşünmeyip “ben şuyum, ben buyum” diye soylarıyla övünenleri uyarmıştır. Hayatını özgürlük ve şerefi etrafında örgülemiş,devrinin koyu istibdadı karşısında susmamış, görevinden uzaklaştırılmış, zaman zaman açlığa mahkum edilmiş ama o “Ben kuru fasulye yemeğe razı olduktan sonra kim ne yapabilir?”
pervasızlığıyla yaşamıştır. Abdülhamid’e muhalif İttihat ve Terakki Partisine girerken “partinin
bütün icraatlarına kayıtsız şartsız uyacağıma” maddesine karşı çıkmış “sadece iyi ve doğru
olanlarına” diye imzalamıştır. Vatan savunması söz konusu olunca yine hiçbir şey onu
durduramamıştır: 2 Şubat 1913’te Bayezit Camii, 7 Şubat 1913’te Fatih Camiinde birlik,
beraberlik konuşmaları yapmıştır. 1914’te devlet görevlisi olarak Almanya’ya gitmiş, İngiliz
saflarında Osmanlıya karşı savaşan Müslümanları uyarmıştı. 1916’da bu sefer Arabistan’a
gönderildi. Görevi yine İngiliz kışkırtmasıyla Osmanlı’yı arkadan vuran Arapları uyarmaktı. Akif,
oralardayken Çanakkale zaferini duydu ve onun Destanını yazdı. Kurtuluş Savaşı başladığında
hareketi desteklemek için yine yollara düştü. Çünkü halk cahildi; ne yapacağını bilmiyordu.
Ona yol gösteren inandığı, bildiği birileri çıkıp konuşmalıydı. 6 Şubat 1920’de Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde hutbe verdi. Buna başka yerler takip etti. Konuşmaları halk üzerinde çok
etkiliydi. Çünkü o inandığını söylüyor ve onu yaşıyordu. Hutbeleri, sözleri uçaklardan halka
dağıtıldı. 23 Nisan 1920’de halkın iradesini yansıtmak amacıyla TBMM açılmıştı. M. Kemal’in
isteğiyle 1920-22 yılları arasında Burdur milletvekilliği yaptı. Hepimizin bildiği gibi Milletimizin
ortak hissiyatını dile getiren istiklal marşı şiir yarışmasında onun yazdığı İstiklal Marşı birinci
oldu ve 12 Mart 1921’de meclis kürsüsünde defalarca okunarak Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez
…… bütün vekillerce gözyaşları içinde ayakta alkışlanarak kabul edildi. “Milletim fakru zaruret
içindeyken ben bu parayı alamam ” diyen bu büyük insan, muhtaç durumda olmasına rağmen
kendisine verilen parayı almayıp Hilal-i Ahmer’e (Kızılay) bağışladı.
Onun sözlerinden bazıları: Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; gelenin keyfi için
geçmişe kalkıp sövemem / Ne ibrettir kızarmak bilmeyen çehren, bırak kardeşim tahsili; önce
edep haya öğren. / Aslını gizleyemez insan giydiği kaftanla; bilmem ama kendini kandırır
söylediği yalanlarla. / Allah’a dayandım de sen çıkma yataktan. Manayı tevekkül bu mudur,ey
gidi nadan? / Adam mısın?: Ebediyen cihanda hürsün; gez, yular takıp seni kimsecikler
sürükleyemez. Adam değil misin oğlum?:Gönüllüsün semere, küfür savurma, boyun kestiğin
semercilere.