Muhammed Yava

Ayna

Muhammed Yava

Edebiyat bir aynadır; gerçekleştiği dönemin, toplumun kültürünü, problemlerini yansıtır. Dünya klasiklerinden “Savaş ve Barış, Sefiller, Suç ve Ceza, Babalar ve Oğullar  ve diğer eserler, olayların geçtiği günlerdeki toplumun sosyo-ekonomik durumunu yansıtıyor.  O günlerde Avrupa’yı kasıp kavuran sefillik, sınıf ayrımcılığı, dinin bir sömürü aracı olarak kullanılması, yoksulluk, adaletsizlik, yönetim biçimi vb. her şey hakkında bu eserleri okuduğumuzda fikir sahibi olabiliyoruz. Eserlerde geri kalmış toplumların temel göstergelerinden olan fakirlik ve eşitsizlik en fazla dikkat çeken ortak noktalardandır. Bir ekmek alamayacak kadar yoksul olan insanların ömürlerinin sonuna kadar çekmek zorunda oldukları acılar, zenginler ve fakirler arasındaki uçurum ve sosyal adaletsizlik en acımasız bir şekilde tasvir edilir. Okuduğumuz bazı romanların etkisinden yıllarca kurtulamamışızdır. Tabii bunda sanatçının ustalığı önemlidir; çünkü sanatçı herkesin duyduğu, gördüğünü farklı bir şekilde duyan, gören kendi penceresinden onu yorumlayıp güçlü bir şekilde ifade edebilen kişidir. Sanatçı, olayları ve durumları ruhunda en derin bir şekilde yaşar. Bizim boş gözlerle bakıp geçtiğimiz bir obje onun gönlünde bir fırtına koparır. Basıp geçtiğiniz toprak onda farklı izler bırakır. Bir şiir dizesini açıklamak için bazen satırlar gerekir. Resimdeki bir fırça izi, müzikteki bir tını bizde türlü duygular uyarır. Türk edebiyatında İstanbul farklı bir yerdedir. İlk romanlardaki olayların çoğunda İstanbul konu edinilir. Bu eserlerde, köşklerde yaşayan, deniz kenarında araba sefası süren veya çamurlu sokaklarında, kapısı olmayan evlerde sefalet çeken insanları görürüz; çünkü bu yazarların yaşam mekanları İstanbul’dadır. Çeşitli renklerdeki İstanbul sokakları ve insanlarını gözlemlemişlerdir. Anadolu denilen taşra ise çok az romanda kendini göstermiştir (Çalıkuşu, Yaban gibi) . Bunlarda görülen Anadolu ise sefaletin ve cehaletin pençesindedir. Karınlarını doyurmak için güneşin altında akşama dek toprakla cebelleşen, ağaların pençesindeki köylüler, üfürükçülerin, bağnaz, cahil hocaların elinde oyuncak olan insanlar… Sanat eserleri de bir aynadır. Sanat anlayışı, estetik duygular, zevk alınan konular zamanın anlayışına göre değişir. Selçuklu dönemindeki köşeli, sade, amaca yönelik mimari anlayışın Osmanlıda yuvarlak, süslü, amaçla birlikte göze hitap eden anlayışa evrildiğini görürüz. Sanattaki bu anlayış özellikle elit kesimin hayat tarzıyla paralellik gösterir; çünkü içerdeki karışıklıklar bitmiş, göçebe kültürden tamamen yerleşik hayata geçilmiş, zenginleşmenin deneticesin de görselin etkisi artmıştır. Mimar Sinan’ın kendini gösterebilmesi ancak Sultan Süleyman’ın zenginliği ve İstanbul ihtişamının birlikteliğiyle mümkün olabilmiştir. Sanatlar, milletlerin evlatlarıdır. Milli Edebiyat ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki eserlerde işlenen konular dönemlerinin sosyal – siyasi anlayışlarının bir tezahürüdür. Bu dönemde “Türkçülük, millilik, bağımsızlık, Batılılaşma, inkılaplar vb. işlenen konulardan bazılarıdır. İlerleyen yıllarda toplumsal problemlerin etkilediği kesimlere ait problemlerin işlendiği eserler ortaya çıkar.  “Köylü-şehirli, köylü-ağa, sağcı-solcu, muhafazakar-devrimci, laik-anti laik, baş örtüsü ve karşıtları gibi konular, bize o günkü toplumsal hayat ve düşünce yönelimleri hakkında ipuçları verir. Ancak insan tabiatı hiçbir zaman değişmemiştir. Masallardaki devler, günümüzdeki teknik gelişmelerin etkisiyle terminatörlere dönüşmüş, büyücüler ve cadıların yerini Harry Potter kahramanları almıştır. Bugünün çocuğuna masallardaki tek gözlü devlerin saçma gelip, Godzilla’nın saçma gelmemesi tamamen zamanın ruhuyla alakalıdır. Zamanın ruhu sanattan düşünceye kadar her şeye hakim olmuştur.

Yazarın Diğer Yazıları