Cadı avları, Avrupa devletlerinin birbirleriyle kanlı bıçaklı olduğu 15-18. yüzyıllarda , devletler ve kiliselerin kendi varlıklarını, hegemonyalarını sürdürebilmeleri için icat ettikleri bir düşman, bir hedef aramanın sonucudur. Cadı her yerde olabilirdi. Cadılar, diğer dışlanmış gruplar gibi kendilerini belli edecek bir dış görünüşe sahip değillerdi. Bu da kilise ve ruhban sınıfının cadılara karşı olan tutumunu hayli sertleştirmiş, cadıları sözüm ona tespit edebilmek için cadı metreler icat edilmişti: Tek başına yaşayan dul bir kadınsanız potansiyel bir cadı adayı oluyordunuz. İnsanlarla fazla temasınız yoksa, etliye sütlüye karışan bir tip değilseniz şeytanın dostu olabilirdiniz. Bunlardan hiçbiri olmasa bile sizinle problemi olan veya malınıza çökmek isteyen birinin sizi “bu bir cadıdır” diye şikayet etmesi işten bile değildi. Birinin şifalı otlar toplayıp bunlardan ilaç yapması yasak olmamasına rağmen bu işi yapanların da suçlandıkları oluyordu. Birinin şeytanla işbirliği yapıp yapmadığını belirleme yollarından biri de sağ başparmağını sol ayak parmağına bağlayıp kişiyi göle atmaktı. Şayet vaftiz suyu kişiyi reddeder ve kişi suyun üstünde kalırsa büyücü olduğuna kanaat getirilirdi. Suya batarsa masum olduğuna hükmedilirdi ancak kişi bu durumda boğularak ölmüş olurdu. 17. yüzyıl Britanya’sında sanığın suçlu bulunması için savunma yapması gerekirdi. Bunun için de mahkemeye çıkarılıp suçunu itiraf etmesi istenirdi. Aksi taktirde kraliyet, kişinin mal varlığına el koyamıyordu. İşkence, mahkemenin karar veremediği davalarda etkin bir şekilde kullanılıyor, insanların ağır işkenceler altında suçu kabullenmeleri sağlanıyordu. Tarihteki en kötü şöhretli cadı avı 1692 de Salem kentinde gerçekleşti. Çoğunluğu kadın ve biri çocuk 150 kişi yargılandı. 14 kadın ve 4 erkek darağacına gönderildi. Dayanıklı, cesur bir adam olan Giles Corey, savunma vermediği için göğsünün üzerine konulan taşlar altında can verdi. Bu olay onu halk arasında kahraman ilan etmişti ama o artık ölü bir kahramandı. Davaların trajediye dönüştüğünü gören vali, hemen daha objektif yasalar yürürlüğe koydu ve diğer tutsakların beraatine karar verildi. Bazı davalarda ise beraat edebilmek için İncil’den pasaj okuyabilme şartı getirildi. Önceleri sadece alt tabakadan insanlara uygulanan cadı avcılığından çok üst sınıflardaki bazı kişiler haricinde kimse kendini kurtaramadı. Önce suçlanıyorlar, sonra kendilerinden suçsuzluklarını ispat etmeleri isteniyordu (ki bu mümkün değildi). Suçlamaları kabul eden ve öldürülenlerin mal varlıklarına da ya kraliyet veya nüfuzlu kişilereler tarafından el konuluyordu. Cadı avı, İsveç, İskoçya, Danimarka ve Almanya’da en yoğun şekilde yaşandı. İtalya, İspanya ve Fransa’da ise daha az yoğunlukta yaşandı. Bu dönemde cadılıkla suçlananlar işkence altında suçlarını itiraf ettiler. Onlar, aynı zamanda şeytanla birlikte çalıştıklarını ve felaketlere sebep olduklarını da kabul ettiler. Bu suçlamaların ardından mahkeme edildiler ve genellikle idam edildiler. Kadınlar, cadılıkla suçlanan sınıfların başındaydı. 18. yüzyılda nihayet bilim odaklı bir çağ başladı. 1735 yılında Britanya’da çıkarılan bir kanunla kişileri büyücülükle suçlamak yasaklandı. Diğer ülkeler de bunu takip etti ve 200 yıl süren bu çılgınlık sona erdi. Bu süre zarfında 12 bini resmi 70 bin kişi kurban edilmişti. “Cadı avı”; günümüzde artık demokrasinin yerleşmediği ülkelerde insanlar işlemedikleri suçlamalara, şeytanlaştırmalara maruz kalıyorsa bir terim olarak kullanılmaktadır.