Akif, bütün bu gerilik ve başa gelenlerden, önce kendimizi (Müslüman dünyasını) sorumlu
tutar. Çünkü değerler çürütülmüş, kokuşmuşluk her yeri sarmıştır. Bundan dış güçler değil,
kendimiz sorumluyuzdur:
“Müslümanlık nerede! Bizden geçmiş insanlık bile
Adam aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.”
Cehalet bizden hem dünyayı hem dini almıştır. Ne dediği bilinmeyen bir din ve ilimden uzak
yaşam anlayışının bizi nereye götüreceği bellidir. Hurafelere sarılmış din, dinin aleyhine
çalışmaya başlamış, dinin yasakladıkları dinden sayılmış, dinin istedikleri de bu uydurulmuş
dince(!) aforoz edilmiştir. Ahlak ve haya gidince insanlık da bizleri terk etmiştir. Dinin
mübelliği peygamber, “Müslümanın işleyemeyeceği günah yalan söylemektir.” demesine
rağmen,
“Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde
Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde
Yalan raiç, hıyanet mültezem, her yerde hak meçhul
Ne din kalmış ne iman, din harap, iman turap olmuş.
“İnsana çalışmasının karşılığından başkası yoktur.” ayetinin rağmına,
“Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun.
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin maskaraya”
Müslüman, kendisini dünyada maskaraya çevirecek, çağının insanı olma ufkundaki bütün
hayat damarlarını koparacak batıl bir tevekkül anlayışına girmiş adeta her işini Allah’a
yüklemiştir:
“Bütün o işleri Rabbim görür vazifesidir.
Yükün hafifledi; sen şimdi doğru kahveye gir.
Evinde hastalanan varsa borcudur bakacak
Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak
Demek ki: Her şeyin Allah; yanaşman, ırgadın o
Çoluk çocuk ona ait. Lalan, bacın, dadın o”
Tarlasına gerekli bakımları yapmaz; Allah vermedi, der. Çürük bina başına yıkılır; ne yapalım
kader, Allah’tan geldi, der. Kendi tercihi olan cahillik ve yobazlık bataklığında debelenir, bunu
dış güçler yapıyor, der. Fizik, kimya, sanat, kitap desen, başımıza ne geldiyse okumuşlar
yüzünden geldi der. Netice olarak da bugünün Müslüman dünyası meyve vermiştir: Sefil
halkların başında saraylarda yaşayan ceberut idareciler ve bu idarecilere “Allah sizi
başımızdan eksik etmesin” diye dua eden, celladının bıçağını yalayan toplum. Bu toplumun
yaşadığı Şark:
“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? diyorlar. Gördüğüm: Yer yer
Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar
Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar
Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar
Akif, çıkış yolunu da gösterir:
“Hüsrana rıza verme…Çalış…Azmi bırakma” der.
“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” diyerek vatanı
terketmemek gerekliliğini hatırlatır. Artık belimizi doğrultamayız, fikrini reddeder;
yine, yeni, yeniden der:
“İş bitti…Sebatın sonu yoktur! deme, yılma.
Ey millet-i merhume, sakın ye’se kapılma”