Kadın Cinayeti Haberlerinde Postmodern Feminist Bakış Açısı ile Eleştirel Söylemler Üzerine Bir Değerlendirme
Özlem Kara
ÖZ
Kadın cinayetleri; hem politik, hem de toplumsal olarak büyük bir problem arz etmektedir. Özellikle son günlerde basında en çok göz önünde bulunan konulardan biridir. Konu hassas olması itibari ile haberleştirme açısından büyük öneme sahiptir. Postmodern feminizmin de etkisi ile günümüzde evrime uğrayan söylem olgusu, haberlere de deklare olması gerekmektedir. Bu çalışma; haberlerde, kadın cinayetlerine karşı duyulan hassasiyeti, söylemleri bakımından eleştirebilmek adına yapılmıştır. Çünkü söylemler; özellikle gazete veya medyada yer söylemler, okuyucuyu harekete geçirmek açısından önemli bir yere sahiptir. Özellikle konunun ehemmiyeti dikkate alındığında; özendirme, faili haklı çıkartacak sebepler sunma gibi söylem durumlarından kaçınmak için bu şekilde yapılan eleştiriler büyük önem taşır. Dolayısıyla kadın cinayetlerinin haberlere konu olması, yazar açısından hassasiyet gerektirir. Çalışmada; günümüz yazarlarının ve sosyal medya üreticilerinin kaleme almış olduğu haberleri inceleyip, söylemleri daha etkin ve okuyucuyu olumlu yönde harekete geçirecek bir şekilde kullanabilmek üzere inceleme gerçekleştirilmiştir.
Giriş
Kitle iletişim araçları, geçmişten günümüze sosyolojik anlamda toplumu harekete geçirme açısından büyük rol oynamıştır. Özellikle 1933’te Almanya’da Hitlerin, Almanya hakimiyetini kurduğu dönemlerle başlayan bu serüven sonraki yıllarda teknolojiye ayak uydurarak form değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. O günlerde; radyolardan yapılan propagandalar (kara propaganda), o zamanın şartları da ele alındığında oldukça başarılı olmuş ve çok geniş kitlelere kendi ideolojilerini kabul ettirme amacını büyük oranda gerçekleştirmişlerdir.
Tarihsel süreç içerisinde ise; teknolojik ilerlemeler sayesinde televizyonun icadı ile, kitlelere görsel uyaranları da içeren bir iletişim modeli dahilinde harekete geçirme girişimi yaygınlaşmış ve günümüzde ise; “WEB 4.0” yani sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik döneminin içerisinde; yazılı ve görsel basım ve yayınları, çevrimiçi olarak takip etmekteyiz. Dolayısı ile bu gelişmeler avantajları ve dezavantajları ile gelmektedir.
İletişimciler; dili canlı bir organizma olarak görürler. Her geçen gün kendi içerisinde yenilikler yaratıp, bir sonraki güne başkalaşmış veyahut tanımlanmak istenen yeni nesne ve olgulara kelime üretmeye gebe bir halde ilerlemesini sürdürür.
Basım ve yayın sektörünü baza aldığımızda; dev sektör kendi içerisinde kocaman bir dünya yaratmış ve toplumsal olayları, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar ulaşılabilir kılmıştır. Pek tabi bu ilerleme; dilin işlevselliği de dikkate alındığında, farklı ideolojilere sahip medya içeriği üreten insanlar, çeşitli algı kültürlerine sahip okuyucular ile buluştuğunda; yaşanan toplumsal olaylara karşı, sayılamayacak kadar fazla düşünceyi ortaya çıkarır.
Medya doğumundan bu yana en büyük savaşı kendisi ile vermiştir. “Kirli medya”; doğruluğu kanıtlanmamış, bir ideolojiye hizmet eden (taraflı) ve toplumda kin uyandıran, özellikle de WEB 4.0 çağının en tehlikeli vebalı koludur.
İletişim fakültesine adım atan bir öğrencinin ilk duyduğu cümlelerden birisi: “İnsanın olmadığı yerde iletişimden söz edilemez.”dir. İletişim, bir insanın ekmek, su gibi bir temel ihtiyacı olmasının yanı sıra, akli sağlığını koruyabilmesi için de bir gerekliliktir. 2019 senesinde yapılan “sosyal medyalara yönelimin artması” konu çalışmaların sonuçları bizlere; insanlığın, sosyalleşmenin temelinde bulunmayı ihtiyaç hissetmesini, açık olarak ortaya sermiştir. Yaygınlaşan sosyal medya kullanımı sonrasında “KİRLİ MEDYA” olarak bahsettiğimiz olgu, hiç olmadığı kadar artmış ve tabiri caiz ise her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştır. Elbette buna toplumsal olaylara verilen tepkiler de dahildir.
Bu çalışmanın amacı; internet haberciliği dahilinde, en önemli toplumsal problemlerden birisi olan, kadın cinayetlerini konu almış haberleri; Van Dijk’ın Eleştirel Söylem Analizi Tekniği dahilinde, makro ve mikro yapılarına indirgeyerek inceleme gerçekleştirmektir.
TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI
Toplumsal cinsiyet; kalıtsal değildir! Toplum kültürüne ve yaşamsal formlarına bağlı olarak; doğumdan sonra maruz kaldığı ortam doğrultusunda, kişinin kendi bilişsel süzeğinden geçip ortaya çıkan kavramdır. Aynı zamanda Wikipedia adı verilen çevrimiçi kitaplık sitesinde geçen “Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi” yazısının dahilinde şöyle bir paragraf yer almaktadır;
“Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların nereden kaynaklandığı sorusuna verilen cevaplar aynı zamanda biyolojik ve toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımı da ifade eder. Biyolojik yaklaşım kadın ve erkeğin farklı davranışlarının kaynağını, onların farklı kromozomlar, üreme organları ve hormonlarla belirlenen biyolojik özelliklerle açıklar. Biyolojik determinizm, erkeklere atfedilen özellikleri üstün, kadın özelliklerini aşağı kabul eden hiyerarşik bir sistem inşa eder. Böylece kadın ve erkek arasındaki farklılıklar doğuştan, doğal ve dolayısıyla değişmez kılınarak toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri biyolojik özelliklere de dayalı olarak meşrulaştırılır.” (LINDSEY, 2015).
Toplumsal cinsiyet kavramını, bu algı dahilinde; eşitlik ilkesinin olmadığı, ataerkil yaklaşımın benimsendiği bir kavram olarak da atfedebiliriz. Geçmişten günümüze kadar verilen belki de en sessiz savaşlardan birisi olan bu eşitsizlik algısı, toplumda hali hazırda çoktan kabul görmüş iken; gerek siyasal, gerek profesyonel, gerek günlük yaşamda olsun, her zaman kadınları toplumda kendilerini var edebilmek için ekstra efor harcamalarına neden olmaktadır. Ataerkil düşünceye göre belirli kalıplar vardır;
Kadın kısmı akşam ezanından önce evde olur
Kadın kısmı çalışmaz, evde çocuğuna bakar.
Kadın evinde cam siler, araba mı sürermiş (!)
Yada erkekler için atfedilen değerler;
Erkek adam çalışır, evine ekmeğini getirir.
Erkeğin elinin kiridir, ona bir şey olmaz.
Bu düşünce yapısına sahip bireyler; (eğer kadın ise) kendisini küçümseyerek, karşısında daha güçlü bir olgunun (erkek) varlığına inanarak ezikler; (eğer erkek ise) kendisini yücelterek, karşı cinse karşı hakimiyet kurma çabasına girer ve ideolojisi dahilinde kendisine tanımlamış olduğu “ben daha üstünüm” hissini karşısındaki bireye kabul ettirmeye çalışır.
POSTMODERN FEMİNİZM
Postmodern Feminizmi tanımlayabilmek için öncelikle “Postmodern” kavramından biraz bahsetmemiz lazım. Postmodernizm akımı kendi başına dev bir pencere niteliğine sahip olsa da, bu yazıda açıklama feminizmle ilgili olan kısım baz alınarak yapılacaktır. Bu akım modernizmin, başka bir deyişle “Aydınlanma Projesi’nin yetersiz kaldığını ileri sürer ve yapıbozum yöntemi ile modernist yapıyı bozar. Yapıbozum yöntemi ataerkillik de başta olmak üzere feminizm gibi bir çok akımı ilgilendiren bir yapıdır. Postmodernizm; hiçbir bütünün var olamayacağı, ancak parçaların bir bütün içerisinde eriyerek(asimile olarak) bir bütünü oluşturabileceğini savunur. Yapıbozum ise; bu sözde birlikteliği tekrar bozarak parçalara ayıran bir yöntemdir (ERDEM, 2012). Butler, Butler, cinsiyet ya da toplumsal cinsiyet gibi bir ayrıma gitmez çünkü cinsiyet denen şeyin toplumsal cinsiyetten başka bir şey olmadığını düşünür. Bununla birlikte toplumsal cinsiyet denen şeyin tarihselliğine dikkat çeker. Toplumsal cinsiyet dediğimiz şey performatiftir.
“Feminizmi de daha demokratik bir yol izleyebilmesi için cinsellik konusunda daha çoğulcu bir politika izlemeye, farklılıklara ve tartışmaya daha açık olmaya davet eder. Butler, feminizmin, kadınlar için eril baskı ve hegemonyaya direnirken mevcut baskıcı ve dışlayıcı sistemin sürüp gitmesine katkıda bulunmasından endişelenir. Bu yüzden feminizmi, kadınlar arasındaki farklılıkları görmeye ve kimlik politikaları hususunda daha demokratik ve özgürlükçü bir tavır almaya çağırır.” (SALİYA, 2013)
Dolayısıyla feminist özne, kurtuluşunu kolaylaştıracağı düşünülen siyasi sistemin ta kendisi tarafından söylemsel olarak kurulmuştur. Özne meselesinde Butler ve Fransız filozof Michel Foucault’nun fikirlerinin paralellik gösterdiği açık bir şekilde görülmektedir. Foucault, bu iktidar biçimi bireyi kategorize ederek, bireyselliği belirleyerek, kimliğine bağlayarak, ona hem kendisinin hem de başkalarının onda tanımak zorunda olduğu bir hakikat yasası dayatarak doğrudan gündelik yaşama müdahale eder. Bu, bireyleri özne yapan bir iktidar biçimidir.
YÖNTEM
Bu çalışmanın amacı, haber yazı dilinde ataerkil ideolojiyi saptamak ve mevcut haber yazılarında; ayrışma, ötekileştirme ve eşitsizlik algısını ortaya koymaktır. Kadınlara yönelik şiddetin bu kadar gün yüzüne çıktığı dönemlerde, ataerkil bir dil kullanılarak yazılan haberler bu çalışmaya konu olacaktır. Konu bağlamında “Kadın cinayet haberleri” baza alınmış olup, araştırmada örneklemin ölçütünü daraltmak için “EMİNE BULUT” cinayetinin haberlerine odaklanılmıştır.
Çalışmada incelenecek haberleri belirlemek için arama motorları aracılığı ile “Emine Bulut cinayeti” adı altında; zaman filtresi uygulanarak 18.08.2019 ile 25.08.2019 tarihleri arasında, basına yansıyan haberler arasından “BirGün” internet haberciliği sayfasına yansıtan 23.08.2019 tarihli “Emine Bulut cinayeti hakkında bakanlık açıklaması geldi!” başlıklı haberi ile “HABERLER.COM” internet sitesinin 19.08.2019 tarihli “Kızının önünde eski eşini öldürdü, ‘Bana hakaret etti’ dedi.” başlıklı haberler araştırmanın örneklemi olmuştur.