Kaçkar pansiyonda sabah 05 de kalkıyoruz. 06 da kahvaltıdayız. Acele bir kahvaltıdan sonra hemen yola çıkıyoruz. İstikamet Dobe düzlüğü. Sabahın köründe, ortalık yarı aydınlık, yarı karanlık.Üstüne üstlük bir de sis var. Yürüdüğümüz yol üzerindeki otların üzerleri çiğ dolu. Özellikle tozluk almamızın ve ayakkabılarımızın su geçirmez olmasının neden istenildiğini şimdi anlıyorum. Köyden batı yönüne doğru ilerliyoruz. Rehberimiz patika yoldan bizi yukarılara doğru götürüyor. Bu karanlıkta benim pek de patika filan gördüğüm yok ya, yürüyoruz işte.
Ortalık biraz aydınlanınca fotoğraf çekmeye başlıyoruz. Benden başka fotoğraf çeken arkadaşlar da var. Bitki örtüsü müthiş. Yazın ortasında 06 temmuzda, bizim ovalarda otların sarardığı, kuruduğu zamanda, buraları yemyeşil, rengarenk çiçek dolu. Çoğunu biliyorum ama daha önce görmediğim çiçekler de var. Sanırım bunlar bu bölgeye has endemik bitkiler.
Yukarı doğru çıkıyoruz sol tarafımızda bir akarsu var, suyu da çok değil, ama bir gürültü var, inanılmaz. Daha yarım saat geçmeden sesinden rahatsız oldum, başıma ağrılar girdi. Bazen uzaklaşsak da, sesini hep duyuyoruz. Sağ tarafımız dağ, buradan da ufak ufak sular geliyor, bu derecikleri atlayarak yolumuza devam ediyoruz. Sis dağıldı artık. Manzarayı daha iyi görüyoruz. Büyüleyici…
Bu yürüyüşe çıktığımız ilk gün. Yürümek zor olmayabilirdi, gittiğimiz yol düz olsaydı. Ama hem yürüyoruz, hem rakım yükseliyor. Sırtımda çanta, boynumda makinem 17-55 lens ile, bir de çantamda 11-16 geniş açı var. Yağmurluk, kumanya derken yük yol uzadıkça ağırlaşıyor. Kumanya dediğime bakmayın, gayet az bir şeyler var. Ekmek, peynir, bir haşlanmış yumurta, enerji vermesi için, kuru üzüm, bademiçi, fındık…
Yolda bir iki yerde mola versek de, bu molalar 5 dakikayı geçmedi. Hayret, derenin sesini duyuyorum ama artık rahatsız etmiyor. Böylece üç buçuk saatlik bir yürüyüşten sonra Dobe Düzlüğüne varıyoruz. Yolda fotoğraf çektik ama burası bir harika. Tam fotoğraflanacak yer. Yağmurluğumu yere seriyorum, sırtüstü yatarak dinleniyorum. Ne yorulmuşum ama… Az dinlendikten sonra kendime geliyorum. Bol bol fotoğraf çekiyoruz. Bu arada kumanyamızı yiyoruz. Tüm çöplerimizi çantamıza koyuyoruz. Burada belediye hizmeti yok ki, çöplerimizi toplasınlar. Grubumuzdaki yürüyüşçülerden biri, taş altına daha önce sıkıştırılmış birkaç çikolata ambalajını da söylene söylene kendi çöplerinin yanına, çantasına koyuyor.
Ben pet su şişesinin kapağı az kapatılarak, içinin havasının alındıktan sonra iyice sıkıştırılıp, şişenin küçücük hale getirildiğini ilk bu gezide öğrendim. O gün bu gündür, sadece doğada değil, kafede bile olsak pet su şişesini ufaltıp öyle bırakırım. Bazen millet garip garip baksa da, ben mutlaka bu işlemi uygularım su şişesine…
Dobe düzlüğünden Kaçkarlar Mezovit dağları görünüyor. Etkileyici kayalıklar… Kayalıkların kuzeyinden, dağın daha düz yerinde yürüyen birkaç kişi görüyoruz. Bunlar kaçkarzirvesine yakın Deniz gölünün yanından gelerek, Naletleme geçidinden geçip, Dobe düzünden Olgunlar’a inecek olan trans yürüyüşçüleri.
Dinlendik, yedik içtik, fotoğrafımızı da çektik. Geri dönme zamanı geldi. Gezideki bir arkadaş ile beraber geri dönüş yolunda fazla zaman harcamadan Olgunlara dönüyoruz. Yolda sadece bir yerde mola verdik, o da 15 dakikayı geçmez. Mola sırasında, dağın yukarısında gördüğümüz kişilerden biri bize yetişti. Sırtında sırt çantası olan bir yabancı, büyük ihtimal Alman. Olgunlara ne kadar yol kaldığını, Olgunlar’dan Yusufeli’ne minibüs olup olmadığını sordu. Bir buçuk saatlik yolu kaldığını ama araç olup olmadığını bilmediğimizi söyledik. Memleketim olmasına rağmen ben yalnız başıma o yolu yürümem, elin yabancısı bizden cesaretli, yürüyerek dağlarımızda geziyor.
Çıkış üç buçuk saat sürmüştü.İniş ise iki buçuk saat. Pansiyona vardık, ama gel de bana sor… Duş bile alacak gücüm kalmamış. Tam iki saat yüzükoyun yatıyorum, uyuyup uyumadığımı bile bilmiyorum. Daha sonra kalkıp duş alıp yemeğe inebiliyorum. İlk gün yürüyüş beni müthiş yordu. Yarın ne yaparım bilemiyorum. Yemekten sonra hemen yatıyorum. Yarın yine erken kalkacağız. İstikamet Dilber Düzü…