Pattaya, Bangkok’a 150 km uzakta bir tatil kenti. 2 saatlik bir otobüs yolculuğu ile varılabiliyor. Biz de hava alanından bir otobüs ile geldik Pataya’ya. Kalacağımız otele tuktuk ile gitmek istedik. 200 baht istedi tuktukcu. Yabancı memlekete gelince insanda bir şaşkınlık oluyor. Para hesabı bilmiyorsun, tuktukcu çok mu istedi ücreti bilmiyorsun. O günlerde dolar bayağı bi ucuz bizim parayla. Hemen binmedik tuktuka. Az bekledik, şaşkınlığımız geçsin diye. Hesapladık tuktukçunun istediği para 20 Tl. Öyle ucuz ki, bizim taksiler 100Tl. belki de daha fazla ister o mesafeye. Otelimize gelip yerleşik.
Otelimiz de güzel. Oda geniş, gerçi sonra gördük ki her otel odası geniş uzak doğuda. Temiz ve rahat. Sahile de yakın. Gerçi sahil de sadece gezdik, okyanusa hiç girmedik. Geldiğimizin 2. Günü bir yağmura denk geldik, berbat. Yağmur birden geldi yarım saat kadar yağdı. Ama ne yağmur. Bardaktan boşanır gibi. Yarım saat sonra hava açıldı, caddeler su dolu. İnsanlar karşıdan karşıya geçmek için, en az yirmi dakika bekledi. Trafik felç oldu…
Pattaya’da en meşhur cadde Walking Street, gece hayatının merkezi. Gece kulüpleri, birahaneler, lokantalar, cafeler, diskolar var caddede. Gece de cıvıl cıvıl kalabalık oluyor. Yan sokaklarda da var eğlence yerleri, hem de çokça ama meşhurları Walking Street de.
Biz yemek sıkıntısı çekmedik Pattaya’da. Ne kadar meşhur hamburger markası varsa Amerikan malı hepsi mekan tutmuşlar. Angus menü ısmarladım, nasıl olsa biliyoruz Angus danalarını, biz de ithal etmiştik. Domuz eti korkusu yok. Yerel yemeklere hiç bulaşmadım. Lokantaların önünden geçerken aldığımız ağır kokunun sebebi palm yağı. Zaten çok değişik yemek kültürü…
Pattaya’da değişik tropik meyvelerle tanıştık. Her gün değişik 3 – 4 çeşit meyve aldık. Otel bıçak ve tabak verdi, rahat yedik meyveleri. Tatları fazla değil, kokuları da değişik. En güzelleri mango, jambu ve ejder meyvesi. Mango haricindekilerde fazla tat yok. Gözünü seveyim memleketimin şeftalisine, karpuzuna, kavununa. Bir gün de bir kavun aldık, tat yok, su yok, küçücük bir şey. Tatsız tuzsuz susuz bir kavun… Birçoğunun adını bile hatırlamıyorum.
Bir de alışveriş merkezi var, Central festival mall isimli. Eh işte küçük bir yer. Bizim İzmir’deki alışveriş merkezleriyle filan kıyaslamayınız. Meyvelerin bazılarını oradan bazılarını da manavlardan aldık. Fiyatını sormadan manavdan aldıklarımız da kesin kazık yedik. Bizde turiste ne gözle bakılıyorsa, uzak doğuda da aynı gözle bakılıyor… Kendimi herkesin para çekmeye çalıştığı Atm makinesine benzettim.
Otelden öğrendim, yakınlarda bir zürefa boyunlu kadınlar kampı olduğunu öğrendim. Bir tuktuk tutup dönüşte de bizi geri getirmek üzere anlaştık. Ertesi sabah için sözleştik…