Yasemin Kaya

BEYAZ SABUN KOKUSU 2

Yasemin Kaya

İkinci Dünya Harbi’nin yokluk yıllarında doğan, büyüyen bu nesil kadınlar, kadın ruhunu okşayan her şeye hasret büyümüşlerdi; istedikleri hiçbir renge, hiçbir ışıltıya, hiçbir parlaklığa ne baba evinde ne koca evinde ulaşmışlar; içlerindeki ukde ile bu yıllara gelmişlerdi. Bazen televizyonda süslü kadınları gördükçe “Bak, bu benden bile yaşlı, nasıl süslenmiş, kolyesine, yüzüklerine bak.” derken belki toplumun onaylamadığı kendini, kendi onaylamaya çalışıyor; içindeki “Bu yaşta bu süs ne, ayıp.” diyen müsamahasız çoğunluğun sesini susturuyordu. Bütün hurçlara baktım, bitirdim, hepsinin içinden diğer eşyaların dışında aynı şey çıktı: Beyaz sabun kalıpları. Bildiğimiz beyaz, üzerinde kazınmış gibi duran yazısıyla Hacı Şakir markalı sabunlar. Kim bilir ne zaman koyulmuştu buraya, her türlü kötü kokuya, neme, böceğe karşı önlem olarak. Birisini alıp derin derin kokladım, ta ruhuma nüfuz ettirircesine o kokuyu içime çektim. Bilim insanları insanların güçlü bir koku hafızaları olduğunu söyler. İşitme ve görme duyusunun yanında koku duyumuz, kalıcı ve gerçek bilgileri hatırlatma gücüne sahipmiş, bir koku hafızada birçok anıyı canlandırabilirmiş. Ben de o sabun kokusuyla birden zaman ve mekân değiştirdim sanki. Beyaz sabun kokusu beni bebek deneceğim bir yaşa götürdü, kalabalık bir akraba grubuyla hamama gitmişiz, benden üç yaş büyük kuzenimle beni yıkayıp elimize yiyecek bir şeyler tutuşturarak bekleme odasına koymuşlar, üzerimizdeki kalın hırkalar ve başımızdaki örgü berelerden bir kış günü olduğunu çıkarıyorum. Hamamın havası buram buram sabun kokuyor, çizgili hamam peştemaliyle bedenleri yarı örtük kadınlar ortalıkta dolaşıyor, hamamın yıkanma kısmının ağır kapısı her açıldıkça, esatiri bir canavarın ağzından çıkan dumanlar gibi soğuk bekleme salonuna buharlar hücum ediyor. Hamamda ovularak temizlenen bedenim gibi ruhum da tertemiz ve mutlu.

Hafızam sonra daha farklı bir zamana çekti beni, anneannemin evindeyim. Üstündeki is kaplı büyük kazanda fokur fokur kaynayan su ile alevli tandır ve ben tandır evinin diğer köşesindeki betondan bir ayaklık yükseltiyle yapılmış dörtgen yıkanma yerindeyim, yengem saçlarıma sürdüğü sabunla köpüklere boğduğu bedenimi yıkıyor. Sıcacık ve mutluyum. Herkesin yıkanıp paklandığı banyo sonrası aynı yerde anneannem tandırın başında yemek yapıyor, iki yengem, biraz ileride bol köpüklü iki leğenin başına oturmuş ev ahalisinin çamaşırlarını yıkıyorlar, bazı çıkmayan lekelere sürülmek için beyaz sabun leğenden leğene gidip geliyor. Yengemin birisi hem çamaşır çitiliyor, hem de hüzünlü sesiyle türkü söylüyor: “Karadır kaşların ferman yazdırır./ Bu aşk beni diyar diyar gezdirir./ Lokman hekim gelse yaram azdırır./ Yaramı sarmaya yâr kendi gelsin.” Sesin güzel enerjisiyle huzurluyum. Büyük bir ailenin parçası olmakla güçlüyüm.

Sonra annemin kira evlerinin, bir türlü ısıtamadığı banyolarında üşüyerek beni ve kardeşlerimi yıkadığı zamanlar canlandı hafızamda. Her Pazar günü okula hazırlık olarak sırayla bizi yıkar, sadece bir odada yanan sobanın etrafına dizerdi, hepimiz sabun kokardık. Banyo sonrası bir de çamaşır yıkama faslı olduysa ertesi güne yetişecek kıyafetler soba borusuna takılı kurutma teline asılır, çamaşırlardan damlayan sular sobanın üzerinde cızırtılı bir müzik oluştururdu. Güven ve sevgi doluyum.

Sonra yatılı lise yıllarının banyo günleri canlandı. Yatakhane tuvaletlerinin hemen yanındaki uzun banyo, yan yana dizilmiş kurnalarda yıkanan öğrencilerden yayılan buhar ve sabun kokusu, göz gözü görmeyecek şekilde içeride kesif bir sis var. Bu, birbirinden utanan kızların işini kolaylaştırıyor. Temiz ve kalabalıkta yalnızım.

Beyaz sabun kokusu ne zaman hayatımızdan çıkıp gitti bilmiyorum. Elektrikli şofben ya da doğalgazla ısıtılan banyolarla beraber beyaz sabun kullanmayı da bıraktık sanıyorum. Rengârenk gül, lavanta kokulu sabunlar ve hemen sonrasında duş jelleri en sevdiklerimiz olarak hayatımızda yerini aldı. Zaten banyo yapmanın adı da duş almaya evrildi. Köpük köpük, keseli, lifli uzun banyo saatleri yerini kısacık duş dakikalarına verdi. Hayatın hızı bunu gerektiriyordu muhakkak. Biz beyaz sabunu unuttuk böylece, unuttuğumuz birçok güzellik gibi. Nasıl artık çekirdek ailelerde anneanneler, babaanneler sadece bayramlarda eli öpülmek için hatırlanan; kendilerinden önce ölen kocalarından kalan dairelerinde, köy evlerinde tek başına yaşayarak ömrünü tamamlayan değersiz kişiler olduysa beyaz sabun da onlarla aynı kaderi paylaştı. Atasözündeki “Can gövdeye mülk değil. Adam adama yük değil.” mesajını alamadan ömrümüzü sonsuz, en yakınımızı yük olarak algıladık; bir tabak yemeği, bir dilim ekmeği paylaşmayı zül gördük. Üstelik çamaşırımızı, bulaşığımızı yıkayan; evimizi süpüren akıllı makinelerimiz olduğu halde. Ev işlerinden artırdığımız zamanı ise cep telefonlarımızdan eski hayatı anlatan fotoğrafları, videoları beğenerek; onlara hasret dolu, içli yorumlar yaparak doldurduk.

Keşke sabun kokulu günlere, annemin elleriyle santim santim şekil ve emek verdiği o yuvaya geri dönebilsem, geçmiş günleri şimdiki aklımla ve gönlümle tekrar yaşayabilsem.

***

Kızım söyledi, karşıdaki markette “beyaz sabun kokulu çok amaçlı temizlik ürünü” varmış, şimdi gidip hemen ondan alacağım. Belki sızlayan yaralarıma iyi gelir kokusu.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları