Yasemin Kaya

UZAKLARIN CEZBESİ

Yasemin Kaya

Eski yıllarda ilkokul Türkçe kitabında bir metin vardı:  “Bir çocuk, her gün güneş batarken seyrettiği karşı dağlardaki bir evde olmanın hayalini kurar. Çünkü karşıdaki evin pencereleri, altından yapılmıştır ve parıltısı gözünü almaktadır. Bir gün küçük adımlarına güvenir ve uzaktan gördüğü eve gitmek için sabah erkenden yola çıkar, hedefine vardığında akşam olmuştur lakin altın pencereli ev, kendi evi gibi sıradan bir evdir. Hayal kırıklığı ve yorgunlukla yabancı evin önünde çöküp kalır. Tam güneşin batma zamanıdır, karşı dağlardaki kendi evine baktığında bu defa kendi evinin pencerelerinin altın olduğunu görür.”

Benzer bir hikâye Mesnevi’de de vardır: “Bağdat’ta yaşayan bir mirasyedi, babasından miras bütün parayı har vurup harman savurduktan sonra beş parasız kalınca rüyasında aksakallı bir ihtiyar, Mısır’da bir yerde büyük bir hazinenin kendisini beklediğini söyler. Bu haberin heyecanıyla yavan yapıldak yollara düşen adam, Mısır’a ulaşır, aç susuz dilencilik yaptığı ilk gece, şehrin sokaklarında hırsız sanılarak bir bekçiden dayak yer. Bekçi, adamın güngörmüş hallerine bakıp da kim olduğunu, neden bu halde olduğunu sorunca, adam yol macerasını anlatır ve rüyasından bahseder. Rüyasını duyan bekçi, adamın aklına şaşarak der ki: “Bir rüyanın ardına düşerek buraya geldin öyle mi, ben yıllardır rüyamda Bağdat’ta filan yerde beni bekleyen bir hazinenin haberini alırım da senin gibi ahmak olmadığım için kalkıp da gitmem.” Bekçinin Bağdat’ta söylediği yer, mirasyedi adamın kendi evinin bahçesidir. Adam bin türlü zahmetlerle evine döner, bekçinin dediği yeri kazınca uzakta aradığı hazineye kavuşur.”

Aynı hikâye, yer adları değişse de hemen aynı hatlarla dünyaca ünlü Simyacı romanının ana konusudur. Onda da gördüğü rüya üzerine İspanya’dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago, bir sürü maceranın sonunda uzaklarda aradığı hazineyi kendi evinin bahçesinde bulur.

İnsan, dünya ile ilgili bütün arzularını, hırslarını içinde taşıyan bir olgu ile hayat yoluna adım atar, onun adı Nefis (Nefs)tir. Nefis, her şeyi ister; en güzel yiyecekleri, içecekleri, giysileri; sarayları, konakları; tüy döşekleri, ipek halıları; karşı cinsinin en latiflerini; zenginliği, şöhreti vs. Nefsin, hayallere, kelimelere sığmayan arzuları bitmek tükenmek bilmez. Fakat her yolda olduğu gibi bu yolda da engeller vardır ve engelleri aşmak gerekir. Kimseye yattığı yerde, arzuladıkları, altın tepsiler içinde sunulmaz. Çalışmak, gayret, sabır, sebat elzemdir. Dünyada öyle bir nizam vardır ki kim neyi çok isterse, ne için çok çalışırsa ona er ya da geç mutlaka ulaşır. Zenginler parayı çok sevenlerdir, âlimler bilginin âşıklarıdır, meşhurlar şöhreti tutkuyla isteyenlerdir. Kim hayatının odağına ne koyar ve ona ulaşmak için çabalarsa –bu çabanın meşru ya da gayrı meşru yolları içermesi kişinin ahlak düzeyiyle ilgilidir- ona mutlaka sahip olur.

Ve hayat, bir göz açıp kapama süresince geçip gidiverir, kralla uşak, âlimle nâdân, zenginle yoksul aynı toprağa gömülürler. Yer üstünde mezar taşları farklı olsa da yer altında hepsi bir avuç toprak formundadır. Bütün çabalar yerle yeksandır. Bu sebeple kişioğlu, ne isteyeceğine, ne için çabalayacağına çok iyi karar vermelidir, yoksa bir tek hayat hakkı da koca bir “hiç”le çöp olabilir. Sadece bir kez dünyada yaşama hakkı vardır insanın, tekrarı yoktur, telafisi yoktur, uzatma dakikaları yoktur. Sadece süresi sınırlı bir küçük hak. Kimisi bu hakkı para yığarak kullanır, iyi kötü yaşar gider, genellikle yığdığı para kıymet bilmez evlatlarına kalır, çalışması kendisinden çok ardında kalanlara yarar. Kimisi bilgi yığar, kitaplar yazar, o bilgiler, insanlık yararlandıkça sonsuz bir ışık olarak ebediyete uzar gider. Kimisi iyi insanlar yetiştirir, ölse de o iyi insanların aldığı her hayır duadan hisselenir.

İnsanı ölümsüzlüğüne inandırarak yalancı dünyaya köle eden nefsin telkinlerinden birisidir, kendindeki güzelliği, zenginliği görmeden, gözünü hep karşısındakinin elinde olana dikmek. Kadim bilgi, bunu “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.” diye özsöz yapmış. Gözümüz, hep karşı pencerelerdeyken bizim pencerelerimizden nice güneşler doğar, batar; nice dallar, yapraklar allanır, yeşillenir; nice altın gümüş yağmurları yağar da ruhumuz bile duymaz. Gözümüz, karşıya bakarken kendimize kördür, kulağımız sokağı dinlerken dibimizdeki en güzel nağmelere sağırdır. Gönlümüz, eldeki güzellere, iç çekerek aşkla bakarken eli elimizde olan melek simalılara yabancı kalır.

Hayat bir yoldur. Yolu nasıl yürüyeceğimize biz karar veririz. Kader dediğimiz şey kendi seçimlerimizden ibarettir. Yolun çatallandığı noktalarda isabetli kararlar vermek; doğru, güzel, iyi, faydalı, adil, temiz olanı seçmek; öldükten sonra güzel bir adla anılmak kendi inisiyatifimizdedir. Mutluluk arayan, ruh gözünün merceğini en yakından yavaş yavaş uzağa doğru odaklamalı, hatta en önce kendisini, sonra yakınlarını, en sonra uzakları tanımalı; bilmediği diyarların özlemiyle sahip olduklarını terk edip boş hayallerin peşinde ömür sermayesini heder etmemelidir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları